11 Kasım 2010 Perşembe

ESKİ YAŞAMLAR VE YENİ ÖZENTİCİLİK


Eski yaşamlar, kırık dökük pencerelere naylon torba germeler, ışık yerine gaz lambası kullanmalar… Ve daha birçok güzellik!

Güzellik diyorum, çünki; her dönemin ayrı bir güzelliği olduğunu savunanlardanım. Bir tabaktan aş yemenin zevkini ayrı tabaklar, ayrı bıçaklar, kaşıklar ve adını bilmediğim birçok ayrı gayrı eşyalar verebilir mi? Bu batı özentiliği bizi bizden alıp götürdü.

Bir tabaktan yemeği özleyenlerdenim.

Babaannemin anlattığı masallarla uyumak istiyorum. Sabah horoz sesiyle uyanmak, kahvaltıda köy peyniri yemek ve bir bardak süt içmek istiyorum. Hem de en tazesinden. Kelebek kovalamak istiyorum. Yeniden. Çocukça ve masumca… Kimsenin gülüp dalga geçemeyeceği bir kent istiyorum. Giyeceğim basma eteğimle kimse beni yadırgamamalı. Bizim özümüz bu. Peştamal bağlayıp, başıma çemberi çekebilmeliyim rahatça.

Kültürse kültür. Okumaksa okumak. Kim demiş bunlarla okunmaz ya da insan kendini geliştiremez diye. Asıl gelişim budur. Özünü kaybetmeden gelişmek. Benim annem inek otlatırken ders çalışıp ehliyet alan kadın. Gurur duyuyorum. Şimdi kim yapar bunu?

Bugünlerde bırakın ineği hayvan dediğinde dudak büken onlarca insan tanıyorum. Kokarmış. Hani hayvan severdiniz? Hani yeşili sev, doğayı koru, hayvanları sevdi amaç? Nerede kaldı şimdi?

Hepsi sözde! Her şey sözde kalmış. Anladım. Büyüdükçe anladım. Ben bir daha o tek tabaktan yemek yemenin zevkini bugünlerde yaşayamayacağım. Kelebek kovalayınca kocaman kızın yaptığına bak diyecekler.

Desinler…

En azından kendim olmaktan mutlu ve gururluyum. Özenti değilim. Gayet has bir Türkçe ile konuşup pardon demeyip özür dilemeyi unutmuyorum.

Peştamalı bağlayıp başıma çember çekebiliyorum. Bu da bir gün moda olacak biliyorum. En az puşi kadar…

Batıya da gittim, doğudan insanlar da tanıdım. Bir taraf bende eksiklik ararken, diğer taraf eksiği tamamlardı.

Lafı fazla dolandırmaya gerek yok. Demem o ki eskiden olsaydı kimse sizi yadırgamazdı. Şimdi bir özenticilik uğruna yerden yere vurulabiliyorsunuz. Ne için? Keyif mi alıyorlar bundan? Ya da kendilerini üstün mü göstermiş oldular.

Hayır! Asla böylede olmayacak. Kendilerini küçük düşürüyorlar özlerini kaybederek. Şimdi size sorarım ey ahali nereye gidiyor bu insanlık? Tutabilecek olan var mı?

CANAN YÜCEL

TEREYAĞLI EKMEK

Fırından sıcak kokular gelirdi eskiden. Açıp baktığımda daha üzerinde yoğunlaşan buharı uçup gitmeden sofraya getirdiğim ekmeğin karnını açıp içine bol tereyağını koydum mu benden mutlusu yoktu. Mükemmel bir lezzetti bu bizim için…

Annem artık ekmek yapmıyor ama fırınlar açıldı onlar yapıyorlar. Tabi eve gelene kadar sıcaklığı da uçup gidiyor. Bu nimete de soğuk tereyağ konmuyor ki!

Benim için tereyalı ekmek kuru fasulye pilav dan önce gelir. Annemin elleri var hamurunda. Sevgisiyle yoğuruyor. Tepsisiyle şekil veriyor. Bismillah deyip fırına sürüyor… Dört gözle ekmeğin çıkmasını bekliyorum. O ilk buharı görmek için sabırsızlanıyorum. Çıkarırken ellerimi yakacak ama ben içine koydum tereyağla birlikte keyif sürerken ne acı kalacak ne de yanık.

Geçtiğimiz günlerde akşam işten çıktım babamla eve giderken fırından ekmek aldık. Gözlerime inanamadım. Ekmekten ilk buharları çıkıyordu. Hemen faltaşı gibi açılmış olan gözlerim toparlayıp babama hadi hızlı gidelim soğumasın dedim. Sağ olsun beni kırmadı eve girer girmez bir hengame koptu. Hep bir ağızdan tereyağ deyip, hep bir elden tereyağı aramaya koyulduk. Halbuki hep aynı yerinde: buzdolabı.

Uzun süre sonra tereyağlı ekmek yemenin keyfini çıkardım. Başka yemek yemeye gerek kalmadı zaten o kadar ekmek yedikten sonra. Oh dedim valla. Süper bir şeymiş.

Özlemişim.

Bir de Ordulu olanlar bilir annelerimiz yada ninelerimiz lahana yani namıdeğer pancar çorbası yaparlar. Ona da katık mısır ekmeğidir.

Bir de mısır ekmeği fırından yeni çıktığında ona da tereyağ konur. Birazcık da şeker serpilir tadına doyum olmaz.

Ama benim için vazgeçilmezlerim listemdeki öncelik sırası tereyağlı ekmeğin. Hemde ilk buharını görerek yediğim ekmeğin, çünki; samimiyet var. O ekmeği yerken. Herkes bir tepsiden yer. Ellerle yenir utanılmadan. Keyif vardır. Sevinç vardır.

Mutluluk vardır. Mutlu olmak, suratlarımızda bir gülümseme, gözlerimizde bir ışıltı vardır.

Annem yine sıcak ekmek yapsa.

İçine tereyağ koysa.

Mutluluk bir ömür bizle olsa…

CANAN YÜCEL

9 Kasım 2010 Salı

OYUN İÇİNDE OYUN

Hayatımızda kaç defa tek başına karar alabiliyoruz ki? Bir mi? İki mi? Belli sayıyı geçmiyordur. Sebebi ise sürekli birilerine sorma ihtiyacı aşılanıyor zihnimize. Bizim de bir işi tek başına yapamayacağız diye ödümüz kopuyor.

Annemize sormadan bir şey yiyip içemezdik. Okulda öğretmenlerimize danışmadan bir şey yapamazdık. Arkadaşlarımız girdi hayatımıza… Dostlarımız, canlarımız… Konuştuk, dertleştik, planlar yaptık. Ama hep birlikte yaptık. Yer yer fikir aldık birbirimizden. Ne hikmetse yine yalnız değildik!

Hayatımıza televizyon girdi. Bir an onsuz olamayacağımızı da düşündük. Evet, hala da düşünmekle meşgulüz. Günümüzün birçok kısmını bu kutuya bakarak geçiriyoruz. Televizyon severlerin savunması şu oluyor;

-Gündemi takip ediyorum…

Bana göre gündemi sadece televizyon izleyerek takip edemezsin. Gazeteler, haftalık çıkan dergiler de makul bir çözüm. Hem okumak için ayrılmış bir zaman dilimi ortaya çıkmış oluyor.

Söylemeden de geçemeyeceğim. Televizyon haberlerinde de her kanal aynı haberi önümüze getiriyor. Olmadı ertesi akşam ısıtıp tekrar sunuyorlar. Gerekli açıklamaları da mevcut; dün akşam verdiğimiz haberimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yorumlarımız şöyleydi, böyle oldu… Diye uzayıp giden zaman öldürücü kuru gürültü.

Her şeyden vazgeçtim, kendi siyasetimizi bile yapamaz duruma geldik. Bir kelime ile solcu, bir kelime ile sağcı olabilmekteyiz. Yani diyeceğim o ki; yine kendi başımıza açıklama yapamayacağız. Bizi desteklemeleri için bir kişiye ihtiyacımız var.

Bir ben, bir inandırıcım, bir inandıracağım. Ettik üç. Elde var bir. Kalan iki nereye gitti?

Oyun içinde oyun oynuyoruz. Haberimiz yok, oyunlar üzerimizde oynanıyor. Düşünmekten yoksunlaştırılıyoruz. Bir kutuya bağımlı hale gelip, o ne derse doğruymuş gibi pohpohluyoruz. Başkalarının düşünceleri, biz farkında olmadan beynimize empoze edilmekte.


Bana göre televizyon eğlence aracıdır. Öyle de kalacaktır. Bu bilinçle izlediğim sürece sorun yok diye düşünüyorum. Bundan yaklaşık dört beş yıl önce çizgi film izleyen çocuklar kendilerini pokemon zannedip balkondan atlamaya kalkmışlardı. Zarar çocukluk yaşından başlıyor. Sağlıksız bireyler oluyoruz.

Annelerin çocuklarını oyalama aracı, dizi severlerin vakit öldürme aracı, babaların siyaset, erkek kardeşlerin futbol merakı… Ve daha nicesi.

Kitap mı, gazete mi, dergi mi, televizyon mu? Tamam, hepsi iyi güzel ama dozunu ayarlamak lazım. Bir kanal haberleri verirken magazine geçerse o benim için ölüdür. Nedeni de; haber bulamayan habercilerin, can sıkıntısı ve boşluk doldurmaları… Kırk beş dakikalık haber bülteninin on beş dakikası asıllı haber, gerisi zaman kaybı ise; o kumandadaki kırmızı tuş a basmak da görevimdir.

Evet,
Zaman geçmeden oyunun sonu gelmeli… Biri kaçan zamanı ebelese de oyun bitse…
CANAN YÜCEL